ALİYA İZZETBEGOVİÇ
"ÖZGÜRLÜĞE KAÇIŞIM"
Bilge Kral'ın vefatının 14. yıldönümünde kitaplığımdaki Ögürlüğe Kaçışım adlı kitabından hoşlandığım kısımları alıntıladım.Kendisini ve fikirlerini en açık biçimde ifade ettiği eserinden seçtiklerim...
İyi okumalar :)
HAYAT, İNSANLAR VE ÖZGÜRLÜK
·
En kötü kombinasyon boş bir ruh
ile dolu bir midedir. Niçin böyledir? Bu konu hakkındaki düşünceler insan
oğlunun mahiyeti hakkındaki anlayışınıza, aynı konudaki derinlikli ve ileri
düzeyde bir felsefi tartışmadan daha fazla katkıda bulunabilir.
·
Laf bolluğuyla birlikte onların
uzun hikayesi genellikle söylenecek hiçbir şeyleri olmadığının açık bir
işaretidir.
·
Hayat, inanan ve salih amel
işleyenlerin dışında hiç kimsenin kazanamadığı bir oyundur.
·
İnsan aklının kendisine sorduğu en
derin ve en önemli soru, şimdiye kadar sorulmuş olan en önemli soru şudur:
Niçin bir şey yok olmak yerine vardır? Ya da niçin bir şey varolur? Bana göre
bu, ontolojinin temel sorusudur.
·
Hayalkırıklığı ne kadar büyüktür?
Ümidin büyüklüğü kadar. Büyük ümitler büyük hayalkırıklıkları doğurur.
·
Çünkü hayvanlar da yaşar. İnsan
olabilmek için biyolojik hayatın ötesinde bir şeylere sahip olmak gerekir.
Sorun, nasıl yaşandığı değil niçin yaşandığıdır.
·
“Güçlü” şahsiyetler olabilir,
sadece içine faaliyette bulundukları toplum veya çevre zayıf olduğu için güçlü
olan şahsiyetler.
·
İnşa edebilmek için yıkımın olması
gerekir. Sadece öfke yıkabilir, sevgi yıkamaz. Öfkenin hayatın zorunlu ve
faydalı bir parçası olmasının sebebi budur.
·
Kişinin ölümü de hayatı kadar değerlidir.
·
Ruh da beden kadar acı çeker.
·
Ölümün varlığı hayat resmine
gerekli koyu gölgeleri verir. Bunlar olmasaydı o resim soluk ve anlamsız
olurdu. Ölüm içermeyen bir roman veya dram eksik görünür.
DİN VE AHLAK
·
İnsanın şerefi, Allah’ın onu emir
ve yasaklarına muhattap olmaya layık ve dolayısıyla mükellef kılmış olmasında
yatar.
·
Şurası açıktır ki hem akıl hem de
tabiat vardır. Kendi varlığımızı ispatlayan şey budur. Müminlerle ateistler
arasındaki tüm fark, kimin başlangıca neyi koyduğu noktasındadır. Müminler,
başlangıçta kelam yani akıl vardı derler. Diğer tüm farklılıkları da bu
farklılık doğurur.
·
Tüm alem bir mucizedir, ama biz
buna dikkat etmeyiz. Hissizleştik.
·
Biz (görenler) de gerçekliğin
birçok kısmına karşı kör ve sağırız. Nitekim renk tayfının büyük kısmına, belli
bir limitin altında veya üstünde kalan seslere, köpeklerin alabildiği kokulara,
radyonun alabildiği işaret ve dalgalara karşı durumumuz böyledir. Ateistler
ızdırap çekmezler, intihar etmezler, akıl hastanelerini doldurmazlar; onların zıtları
yani müminler de. Talihsiz olanlar üçüncü kısımdakilerdir; arayan ama bulamayan
ruhları ve akılları daimî ve çözümsüz bir çatışma içinde kalanlar.
·
İnsanlar daima bir şeyler
kutluyor, ayin yapıyorlar. Kutlama yapmaksızın duramazlar. Sani Teala’ya ibadet
etmezlerse O’nun eserine ibadet ederler. Halık Teala’ya secde etmezlerse
mahlukata secde ederler. Tüm fark budur, ama esaslıdır.
SİYASET
·
Halk ve kalabalık aynı şey
değildir. Bu farkı çok iyi bilen demagoglar, bunu kendi amaçları için bolca
kullanırlar. Halk; dahili şuur, ahlak ve ideal prensibini kaybettiğinde
kalabalığa dönüşür. Şuursuz halk, sürü halini alır. Sürü; idealsiz ve şekilsiz insan kalabalığıdır; her
biri kendisi için yaşayan ve daha yüksek ve daha içtimai bir şuur taşımaksızın,
hatta bir isim bile taşımaksızın sadece kendi çıkar ve arzuları olan bir
fertler topluluğudur. Halkın idealleri vardır, sürününse sadece arzuları.
·
Kadınların ev dışındaki istihdamı
ve üretime katılması yönündeki ısrarlı baskının psikolojik bir şekli de vardır:
Bu doğum yapmak, çocuk yetiştirmek ve aileye bakmak yoluyla kadının evde
oluşturduğu iktisadi değerlerin tanınmamasından oluşur. Günde 10-12 saatini eve
ayıran bu işçi, bu ev hanımı, istatistiklerimiz tarafından işsiz olarak sunulur
ve “çalışmayan unsur” başlığı altında tasnif edilir. Hepimiz bir kadının ne
kadar meşgul olduğunu bilir, ama aynı zamanda görmezden geliriz. Kadının
çalışmasının bu şekilde göz ardı edilişi, evi terk edip ailesine sırtını
dönmesi için yapılan baskının bir başka ve bu kez ahlaki bir şeklidir. İslam
kültürü diğer yöne gitmek zorundadır. Bunun başlangıcı da, annenin ev
hanımının işinin tanınması olacaktır.
·
Güç, vaadler yoluyla elde edilse
bile ancak neticelerle muhafaza edilebilir.
·
Anlayış eksikliğinden
saldırganlığa sadece bir adım vardır.
·
Hakiki vatansever, vatanını
diğerlerine üstün tutan değil, vatanının sözkonusu övgüye mazhar olmasını
sağlayacak şekilde hareket edendir. Bu kişi; övgü ve ihtişamdan ziyade
vatanının değer ve saygınlığına riayet eder.
·
Maddi servetin ne kadarı mutlu bir
çocuğa değer? Anneyle birlikte geçirilen mutlu bir çocukluğun fiyatı var mıdır
ve başka bir şeyle telafi edilebilir mi? (kadınların istihdamı bkz.)
·
Devlet adamı ile politikacı
arasında ne gibi fark vardır? Churcill bu soruyu şöyle cevaplar: ”Devlet adamı
devleti düşünür; politikacı ise sonraki
seçimleri.”
·
Kişi ülkesinden neden vazgeçemez?
Bunu yapamayız, çünkü mezarları beraberimizde götüremeyiz. Babalarımız ve
dedelerimizin mezarları köklerimizdir. Köklerinden koparılan bitki yaşayamaz.
Dolayısıyla kalmak zorundayız.
DOĞU VE BATI ARASINDA İSLAM’A
HAŞİYE
·
Her şey çift
yaratılmıştır(KUR’AN). İnsan, ruh ve bedenden oluşan iki yönlü bir varlıktır.
Beden “ruhun bineği”nden başka bir şey değildir. Bu binek tekamül etmiştir ve
netice olarak kendi tarihi vardır. Öte yandan ise ruhun tarihi yoktur. Allah’ın
nefhasını almıştır. İnsanın ilk yönü bilimin, ikinci yönü ise sanat ve etiğin
mevzuudur. Dolayısıyla insan hakkında iki hikaye ve iki hakikat vardır.
·
Nazi ırkçılığı, Darwin ve
Nietzsche’den türetilmiş gibidir. Allah böyle bir vizyona karşıydı; dolayısıyla
tarih de ona karşı olmak zorundaydı.
·
Objektif açıdan nesneler ne
güzeldir ne de çirkin. Tabii güzellik diye bir şey yoktur. Nesneler ancak
ruhumuz tarafından algılandıklarında güzel ya da çirkin, ahenkli ya da bozuk ve
şekilsiz hale gelirler.
·
Ruh ve zihin aynı aleme ait
değildirler, tıpkı kalp ve aklın asli insani vicdanda (fıtratta) aynı alemden
olmadıkları gibi.
·
Tıpkı şiirin nesirden eski
olmasının pek mantiki olmaması veya beklenmedik bir şey olması gibi metafizik
de fizikten öncedir. İnsan Darwin’in sandığı şekilde “yaratılmış” olsaydı bu
durum açıklanamazdı. Darwin’in insanı sadece fizikten anlar. Hakiki insan ise
metafizikten anlar.
·
Tabiata yönelik iki tavır: Batılı
tavır, tabiata hâkim olmak; doğulu tavır, tabiata uyum sağlamak.
·
Maddi alemde çekim kuvveti neyse,
ahlak aleminde de özgürlük odur.
·
Hristiyan ahlakı sevgi üzerine
yoğunlaşır, öte yandan İslam ahlakı ise iyi amel üzerine yoğunlaşır. İncil
şöyle der: “Başkalarını sev.”. Kur’an ise şöyle der: “Başkalarına iyilik et.”.
ilki bir duygudur, ikincisi bir fiil. İncil’in sevgiden bahsetmesi kadar sık
bir şekilde Kur’an da salih ameller işlemekten bahseder.
·
Bilim veya din değil. Bilim ve
din; işte İslam bu.
·
Bir toplumun mihenk taşı, onun
düşmanlarına (muhaliflere), hastalara, muhtaçlara ve yaşlılara yönelik
tavırlarıdır.
·
Arap bilim adamı Biruni,
Kopernik’ten beş asır önce dünyanın hem kendi ekseni etrafında hem de güneş
etrafında döndüğünü söylemiştir. O bu beyanlarından dolayı ne sapkın olarak
ilan edildi ne de öğretisi dine aykırı olarak görüldü. Bu, toplumun daha
liberal bir tavra sahip olmasından kaynaklanmıyordu. Kopernik’in güneş merkezli
sistemi Hristiyan alem idrakiyle çatışıyordu. Çatışma dünya ve onun konumuyla
ilgili değildi, aksine insan ve onun alemdeki konumuyla ilgiliydi. Kopernik,
insanı dünya ile birlikte çevredeki bir daireye yerleştirmişti. Artık ne dünya
ne de insan alemin merkezini teşkil ediyordu. Bu durum Hristiyanlık için son
derece yıkıcı olabilirdi; ama herhangi
bir üstün insan fikriyle dolu olmayan İslam’ı sarsmazdı. Oysa insanı Tanrı’yla
özdeşleştirmeye hazır olan bir öğreti, Kopernik’in nazariyesini affedilmez bir
sapkınlık ve mümtaz anlayışlardan birine saldırı olarak görmek zorundaydı. Bu,
Kopernik ile Biruni’ye yönelik farklı tepkileri ve onların farklı akıbetlerini
açıklar.
·
Affetmeliyiz. Çünkü şer zincirini
kırmanın tek yolu budur. Şerri affetmemeliyiz, cezalandırmalıyız, şerre karşı
şerle savaşmalıyız; aksi halde tüm dünyayı kaplar. Bu iki ifadeden hangisi
doğrudur?... Tek doğru cevap şudur: Cezalandır ve affet.
KOMÜNİZM VE NAZİZİM:
UNUTULMAMASI GEREKEN BAZI
GERÇEKLER
·
Stalin, zorla Sibirya ve Kafkasya
içlerine sürdürdüğü Kırım, Kafkasya ve Volga Nehri havzasındaki Müslüman
topluluklara da ağır zarar verdi. Yüzbinlerce insan bu korkunç sürgün esnasında
hayatını kaybetti.
·
Bulgaristan’da bir gecede devlet
fermanıyla bir gecede yüzbinlerce Türk, Makedon, Sırp, Roman ve Kürt’ün varlığı
ortadan kaldırıldı; onlar yeni Bulgar isimleriyle birlikte Bulgar haline
geldiler.
·
Avrupa 1939’da tarihindeki en güç
ikilemle karşı karşıya kaldı: ümitvar şer Stanilizm ile ümitsiz şer Hitlerizm
arasında seçim yapmak. Görünüşte vaziyet buydu, fakat sadece ameli olarak.
·
Tarihi açıdan bakıldığında, düşman
propagandası suçunun, yani konuşma hürriyeti yasağının icat edilmesi şerefi
dünyadaki ilk sosyalist devlete -SSCB- aittir.
·
Kril alfabesi Ekim Devrimi’nden
sonra, kendi alfabeleri bulunan ve okuryazar olan Kırgızlar, Özbekler, Kazaklar
gibi uluslara dahi teşmil edildi.
·
Dostoyevsky, Karamazov
Kardeşler’de şunu gösterdi, en azından göstermek istedi: Karamazovlarda
tecessüs eden yeni Sovyet insanı, büyük işler de kötülükler de yapabilir.
Bunlardan İkincisi vukuubuluştur.
·
Sosyalizim mecburi iyimserliktir.
·
Muhammed Esed “Mekke’ye Giden Yol”
adlı kitabında SSCB hakkındaki ilk ve kalıcı intibaıyla ilgili bir hikaye
anlatır. Bu hadise 1926’da Türkmenistan’daki Merv istasyonunda vukubulmuştur.
Bir duvarda büyükçe ve güzelce tasarlanmış bir posterde mavi takım içinde genç
bir işçi çizilmiş; işçi yaşlı, beyaz sakallı ve gülünç bir işçiyi bulutlu
gökyüzünden ayağıyla itiyor. Resmin altında Rusça olarak şu yazı okunuyor: “Sovyetler
Birliği işçileri Tanrı’yı semasından işte böyle attılar! SSCB Tanrısızlar
Cemiyeti”
İSLAM ÜZERİNE DÜŞÜNCELER:
TARİHE VE DİĞER ŞEYLERE DAİR
GÖZLEMLER
·
Kendi kendimize verdiğimiz zarar
ve hüsranlar, olgunluğumuzun başlangıcı olacaktır.
·
Balığın suda yaşaması gibi;
dünyanın içinde yaşadığı çevre Kur’an ve İslam’dır.
·
Milliyet tabii bir akrabalık
bağına dayalıdır. İslam ise ruh, hukuk ve ahlaka dayalı bir bağdır.
·
Medreseler dört teolojik konuya
-hadis, fıkıh, kelam, tefsir- indirgenmişlerdi. Türk asıllı yazar Katip
Çelebi’nin (17. yy) de Mizanu’l Hakk adlı kitabında işaret ettiği üzere
“gökyüzünü gözlemle” şeklindeki Kur’ani ifade tamamen unutulmuştu … Ezberleme,
arkası gelmez bir hıfzetme, bilgiyi araştırma yerine tekrarlama; bunların hepsi
genel duraklamanın emareleri yahut sebepleriydi.
·
Kur’an ve İslam sadece hocalara
bırakalamıyacak kadar önemlidir.
·
Topyekün bir kargaşadan sonra tüm
fırtınalar ve savrulmalar durulduğunda sahnede yeni bir çağın Müslümanları ve
Yahudileri kalacaktır.
·
Çoğu insan haccı bir peri masalı
olarak tecrübe eder ve hatırlar, ki gerçekten de böyledir. Hac bir eşitlik
rüyasıdır. İnsanların çoğu için böyledir o. Bunun sebebi esas olarak tam bir
çeşitlilikten kaynaklanan topluluk ruhudur.
·
Hedefimiz, mükemmel insan değildir
hele mükemmel toplum hiç değildir. Tüm istediğimiz normal insanlar ve normal
bir toplumdur. Allah’ım bizi her türlü “mükemmellik” ten muhafaza et.
·
Eğer eşitliğin iki tarafındaki
unsurları birer birer elersek, geriye Batı ile Müslüman Doğu arasında
dengelenemeyecek bir farklılık olarak, kadın-erkek ilişkilerindeki farklılık
kalır. İslam, Batı’dan (ya da Batı İslam’dan) birçok şeyi alabilir; fakat İslam
eğer Batı’nın aile ilişkilerini kabul edecek olursa, artık Müslüman alemi
olarak kalamaz. Çünkü Batı, cinsi serbestiyet yönünde ilerleyecektir. Görünürde
bu ilerlemeyi durdurabilecek herhangi bir engel bulunmamaktadır. İslam,
kadınlar için eğitim ve siyasi haklar sunacak, ama kendi ahlaki disiplinini de
muhafaza edecektir.
·
Şunu unutmayalım ki Hz. Muhammed
putperestlere karşı savaştı ama onlarla anlaşma da yaptı.
·
Açıktır ki Türkiye katıksız milli
bir siyaset yürütmüş ve bu, Birinci Dünya Harbi’nde topyekun yenilmesine ve
imparatorluğun yıkılmasına yol açmıştır.
·
Müslümanların hızla artan büyük
nüfusuyla övünmemiz, bana şişmanlığıyla övünen ve aldığı yeni kilolardan haz
duyan bir adamı hatırlatıyor. Ruhumuza, aklımıza ve başarılarımıza vurgu yapaya
ne zaman başlayacağız? Küçük ve kırılgan bir insanda dahi insanlığa katkıda
bulunabilecek büyük bir ruh bulunabilir. Gücümüz, bilimimiz ve edebiyatımız
nerede? Nerede buluşlarımız, külli iyiliğe katkılarımız?